Himalaya Tuzu Hakkındaki Gerçekler
Himalaya Kristal Tuzu dendiğinde bir tek özel tuz akla gelir, O da Pakistan'ın doğu Karakoram dolaylarından çıkarılan orjinal Himalaya Tuzu... Himalaya Tuzu kapsamlı tıbbi araştırmalara da konu olmuştur. Dr. Barbara Hendel, MD ve Peter Ferreira'nın yazdığı Su Tuz Yaşam'ın Özü kitabında da Himalaya Tuzu konusu işlenmiştir. Orjinal Himalaya Tuzu sodyum ve klorürden daha fazlasıdır. Orjinal Himalaya Tuzu bir besin olarak görülmelidir. Himalaya Tuzu sağlıklıdır, doğaldır, bütün haldedir, yapısı bozulmamış, değiştirilmemiştir ve dünyanın oluşumuyla birlikte milyonlarca yıl içerisinde kristalize olmuştur.
Orjinal Himalaya Kristal tuzları insan vücudunun gereksinim duyduğu tüm elementleri içerir. Periyodik cetveldeki elementlerin 94 tanesi dünya üzerinde doğal olarak bulunurken, asal gazların dışındaki tüm elementler (84 element) kristal tuzda bulunmaktadır.
Salt (tuz) kelimesi Latince Sal kelimesinden, Sal ise Sol kelimesinden gelmektedir. Sol, su ve tuz karışımına denilen Sole ile anlamdaştır ve bu kelime güneşten gelir. Sole, sıvı güneş ışığı, güneş enerjisinin maddeleşmiş sıvı hali anlamlarına gelir. Dünya üzerinde hayatın denizlerde başladığı görüşü de okyanuslardaki sole ile açıklanabilir.
Celticliler tuza, “hall” derler. Bu kelime Almancada heiling ile aynı kökten gelmektedir ve kutsal anlamındadır. Heil'in bir diğer anlamı da 'tüm' demektir. Hall aynı zamanda ses anlamı da taşır.(Almancası: schall) Schall Almanca'da tireşimli yankı anlamına gelir. Biz bu bağlantıları bilmiş olsaydık, biraz titreşim ver diyor olurduk biraz tuz ver yerine. Acaba Celticliler tuzdaki elementlerin farkındalar mıydı diye sormalıyız kendimize ve hall sağlıklı olmanın ifadesi olarak düşünülmekteydi. Onlar hastalıkları tedavi etmenin ve vücuda enerji vermenin farkındalardı.Enerji vücudumuzdaki tuz ile dengelenir. Doğal kristal tuz halit diye danımlanır ve Celticlilerde hall tuz, lit ise ışık anlamı taşır. Gelişigüzel çevrilirse kristal tuz veya halit ışık titreşimi olarak çevrilebilir. Doğal Himalaya Kristal Tuz sadece ikisini değil, tüm doğal elementleri içinde barındırır. Bu elementler vücudun temel ihtiyacı ve yaşamın ilk belirtileri olan ilk okyanusta var olan elementlerdir. Kanımızdaki tuzlu çözelti, okyanusların ilk halindeki çözeltiyle aynıdır, bu ise tuz ve suda oluşan bir sıvıdır.
Schüssler Tuz Terapsini'nin kurucusu olan Dr. Wilhelm Schüssler, 100 yıl önce insanın yandıktan sonra külü kalan bedenin de bile, insan vücudunun yaptığı tuzdan kalıntılar bulunduğunu kanıtlamıştır. Tarih öncesi atalarımız da tuzun hayati öneminin farkındaydı. Onlar tuz bulduklarında bir hazine bulmuş gibi onu saklarlardı. Daha sonra tarihte tuz, beyaz altın olarak adlandırıldı ve birçok savaş bu nedenle başladı. Romalı askerlere maaşları tuz olarak ödenmekteydi. Maaşın İngilizce karşılığı olan salary (tuz: salt) tuz kelimesinden etkilinerek türetilmiştir. Birçok Alman şehri ismini tuzdan almaktadır: Salzgitter, Salzburg ya da Bad Salzuflen.Celticte de (hall) tuz anlamına gelen şehir adları mevcuttur: Bad Reichenhall, Friedrichshall ve Hallein.Tuz da su gibi kendi tek tek kristal yapıya sahiptir. Suyun yapısından farkı tetrahedral değil de kübik bir yapıda olmasıdır. Bu yapı enerji kaynağı fotonlardan oluşur. Güneşin ısı ve ışık enerjisi 250 milyon yıl önce okyanusları buharlaştırdı ve bu enerji susuz kalınca tuzun yapısında potansiyel bir enerji olarak yer edindi. Bu kristallere su eklenerek tuzun yapısındaki bu enerjiyi açığa çıkarmak mümkündür. Bu süreçte tuz iyonize olarak hücreler tarafından vücuda nüfuz edebilir. Bu şekilde okyanuslardaki enerjiye dengeli bir yaşam yaratarak sahip olmamızı sağlar. Diğer kristalize yapılardan farkı tuzdaki atomik yapının moleküler değil de elektriksel olmasıdır. Bu gerçek tuzun değişebilirliğini gösterir. Kuvars kristalini suya bıraktığınızda ve 10 dakika beklediğinizde o madde hala kristaldir. Molekül olarak değişmez. Kristal tuzu suya bıraktığınızda ise çözüldüğünü görürsünüz ve SOLE'nin oluştuğunu. Sole ne tuzdur ne de sudur. Suyun veya tuzun kendi başına sahip olduğu enerjiden daha fazla enerjiye sahip bir boyutudur. Sole buharlaştığınde geriye tuz kalır. Tuzdaki bu dönüşüm gösterir ki tuz vücudumuzda metabolize olmaz. Nişasta şekere, proteine dönüşür, amino aside, yağa dönüşür, gliserine ve aside dönüşür. Fakat tuz tuz olarak kalır. Tuz hücreler için iyonize olmuş Sole haliyle uygundur. Tüm diğer besinler vücutta kullanılmak için bileşenlerine ayrıştırılırlar. Ancak tuz orjinal halini korur. Beynimize dahi direkt olarak giriş yapabilir.
Tuz omadan düşünce de olmaz hareket de...
Vücudun en basit hareketi için bile tuz gereklidir. Beyindeki duyu merkezleri yoluyla sinir sistemimiz uyarıları aktarır. Pozitif yüklü potasyum iyonları hücreden ayrıldığında ve pozitif yüklü sodyum iyonları boyutlarından dolayı giremediğinde , hücre duvarının zarında potansiyel enerji oluşur. Dışarısı pozitif yüklü kalırken içerisi negatif yükle yüklenir. Sinir hücreleri uyarıldığında, hücre duvarı aniden kutpun tersine dönüşür ve bu yolla sodyum iyonları için geçirgen bir duruma gelir. Saniyenin binde biri hızla elektrik potansiyeli her bir sinir uyarısıyla 90 mil voltluk enerjiye dönüşür ve serbest kalır. Alınan uyarılar düşünce ve hareketlere dönüşür. Tuzdaki potasyum ve sodyum elementleri olmadan, bu sürecin olması mümkün değildir. Basit bir su içme hareketi dahi milyonlarca komuttan oluşmaktadır. Başlangıçta bu hareket bir düşüncedir. Bu düşünce bir şey değildir sadece elektromanyetik bir frekanstır. Tuz sayesinde bu frekanslar kaslar ve organlar için komutlara dönüşür.
Tuzun İletkenliği
Birçoğumuz tuzun iletkenliği deneylerine fen derslerinden aşinayızdır. Bir ampulun iki başına elektrik akımı bağlayıp saf suya batırdığımızda ampul yanmaz; çünkü saf su elektrik akımını iletmez. Fakat suya biraz tuz eklediğimizde, ampulun yavaşça yandığını görürüz. Vücudumuz da böyledir. Tuzun doğal elementlerinin eksikliğinde, kronik hastalık, kronik enerji kaybı ya da bilgi kaybından vücudumuz etkilenir. Tuz bir ilaç olarak tanımlanmamalıdır, bu durumda elmayı da ilaç olarak göstermek gerekirdi. Tuz temel nitelikleri ve olağanüstü kaynakları ile bizi hayatta tutan ana besin kaynağıdır. Bizler ihtiyacımız olan biyokimyasalları doğal kristal tuzda bulabiliriz.
Beyaz Altından Beyaz Zehire
Tuzluklarla mutfaklarımıza girdiğinden beri tuzla ilgili birçok hastalıktan bahsedilmektedir.Yaşam, tuz olmadan devam edemez. Fakat tuz tüketimi bizi öldürüyor. Peki neden böyle?Çünkü normal sofra tuzları orjinal kristal tuzların sahip olduğu hiçbir elemente sahip değildir. Günümüzdeki tuzlar sodyum klorürdür, tuz değildir. Doğal tuzlar sadece sodyum ve klorürden oluşmazlar, bütün doğal elementlerden oluşurlar. Bu elementler vücudumuzun temel ihtiyacıdır ve yaşamın belirtilerinin başladığı ilk okyanuslarda bulunan elementlerden oluşmaktadır. Daha da ilginç olanı, bizim kanımız da ilk okyanuslardaki çözeltiye sahip, tuz ve sudan oluşan soleden meydana gelmektedir. Temel okyanuslardaki aynı oran kanımızda da korunmaktadır.
Tuz Nasıl Sodyum Klorüre Dönüştü?
Endüstriyel gelişimle birlikte, 'kimyasal olarak temizlenmiş' doğal tuzun sodyum klorür birleşimi düşürülmüştür.Temel mineraller ve önemli elementler saflığı bozularak çıkarılmıştır. Fakat sodyum klorür doğal olmayan, yalıtılmış, zararlı ve içinde hiçbir şey olmayan bir maddedir. Aynı şekilde rafine şeker de beyaz altınlıktan beyaz zehre dönüşmüştür.Sodyum klorür vücudun PH dengesini doğal şekliyle tutmak için sürekli savaşan bir elementtir. Bu etkiyi yerine getirmek için sodyum klorür tamamlayıcı elementlere ihtiyaç duyar. (potasyum, kalsiyum, magnezyum ve diğer elementler) Bu elementler vücudumuzdaki geometrik yapıyı dengeler.Bu yapıların eksikliğinde bizler enerjisiz ve cansız oluruz. Tuz sadece yemeklerimize tat versin diye kullanılmamalıdır, bedenimiz gibi bir titreşim yapısıdır
Sofra Tuzları Vücuda Nasıl Yük Olur?
Sofra tuzları nedeniyle vücusumuz tuz yönünden eksik kalırken sodyum klorür yönünden fazlaca doyum yaşamaktadır. Ortalama tuz tüketimimiz günlük 0,20gramın altına düşerse, tuz ihtiyacımız şiddetlenir. Amerika'da günlük tuz kullanımı 11,3gram ile 19,8gram arasındadır. Ancak vücuttan atılan tuz yaşa, cinsiyete, bünyeye göre 5gram ile 7gram arasındadır. Vücudumuz sofra tuzunu hücre zehri, yapay madde olarak görür ve kendini korumak için onu yok etmeye çalışır. Bu aşırı yüklenme organlar üzerinde fazla salgıya yol açar. Böylece zaten tuzlu besinlere tuz attığımızda vücut ihtiyacından daha fazla tuza sahip olur. Bu kez vücudumuz fazla tuzu atmayı dener.Su molekülleri sodyum klorürü sodyum ve klorür olarak ayrıştırmaya başlar. Bu süreçte hücrelerdeki sular alınır ve vücut zarar görür. Bununla birlikte su kaybeden vücut hücreleri ölür.
Sofra Tuzu Tüketmenin Sonuçları
Yaygın sofra tuzlarını kullanmak aşırı asidik ödeme, vücut dokusunda aşırı sıvı oluşumuna ve selülite neden olur. Doktorların tuzdan sakının demesinin nedeni budur. Her vücuttan atılamayan 1gram tuz için vücut tuzu ayrıştımak için 23 kat daha fazla hücre suyu kullanır. Eğer sodyum klorür hala yüksekse, sofra tuzu tekrardan geri kristalleşir, parçalanamaz ve yok edilemez. Vücut fazla tuzu atmak için hayvansal proteinleri kullanır. Bu proteinleri fazla tuzu atmak için kullanan vücut ürik asit üretir. Eğer vücut ürik asidi atamazsa, yeniden kristalleşen tuz parçacıkları kemiklerde ve eklemlerde depolanmaya başlar.Bu durum artrit, gut, böbrek ve safra kesesi taşı gibi farklı romatizma çeşitlerine sebep olur. Bu yeniden kristalleşme vücudu onarılamaz hasarlardan korumak için bir yarabandı görevi görür.Ancak uzun vadede bu maddeler vücudu zehirler.
Kristal Tuz ve Kaya Tuzu Arasındaki Farklar
Kaya tuzunun kristal yapısı birleşik değildir ve içerisinde yarıklar gözlemlenir. Bu kaya tuzu ve kristal tuz arasındaki temel farktır. Kristal tuz açıkça üstün yapısını belli eder. Bu mucizevi yapsından ötürü elementler biyokimyasal olarak hücrelerimize hem frekans hem de titreşim kalıbı olarak uygundur. Kaya tuzu sofra tuzunun ucuz bir alternatifidir ve en azından doğal ve sağlığa yararlı üründür. Yine de biyokimyasal ve biyofiziksel olarak vücudumuza etkisi çok küçüktür.Hücrelerimiz sadece kristal yapıdaki veya titreşimli geometrik yapıları geçirir. Çünkü hücrelerimiz sadece organik yapıları emebilir. Bununla birlikte, eğer hücre duvarlarımız için yeterince rafine değilse, maden suyundaki mineralleri vücudumuz özümseyemez ve hücrelerimize girmeyen hiçbir şey metabolizmamıza dahil olamaz. Onun için, en iyi kalsiyum bile vücut hücrelerimiz için uygun halde değilse hiçbir işe yaramaz. Organizmamızın kullanabilmesi için organik veya iyon durumunda elementlere ihtiyaç duyarız.
Kristal Saf Tuz
Doğal Himalaya Kristal tuzu milyonlarca yıl boyunca büyük bir basınca tabi olmuştur. Bu basınç tuz kristallerini oluşturmuştur. Basınç ne kadar artarsa tuzun kristalleşme yapısı o kadar üst seviyede ve muazzam olmaktadır. Tuz bizim için lezzet veren bir şey değil, en önemli bilgi taşıyıcısıdır. Bunun için hücrelerin içlerine çekebileceği kristal yapı gereklidir. Kimyasal olarak hem bir taş hem de bir kuvartz kristali silikattır. Ancak onları ayıran en büyük şey basınç farklarıdır.Kuvartz kristali kusursuz bir geometrik şekle sahiptir, yapısında harika bir düzen vardır. Normal taş böyle değildir. Onun elementleri iridir, çünkü tsş kristal yapı oluşturacak bir basınca konu olmamıştır. Kristal tuz katmanları transparan beyaz, pembemsi ya da kırmızı damarlar gibi parıldarlar, tuz dağlarını sardıklarında. Sadece yeterli basınç o dağlardaki tuzları kristallere dönüştürebilmektedir. Kristal tuzun içerisinde sıkışan elementler yeterince küçüldükten sonra hücrelerimize nüfuz eder.
Tuzun Şifa Etkisi
Binlerce yıldır tuzun her derde deva olduğu söylenir. Simyacılar tuzu, su, toprak hava ve ateşten sonra '5. element' olarak isimlendiri Çünkü tuzun da en az bu dört element kadar faydası vardır.
Bundan 250 yıl önce, endüstrileşme başladığında, insanların doğaya ve doğal çözümlere karşı ilgisi azaldı. Neyse ki şimdilerde doğaya geri dönme trendine şahitlik etmekteyiz. Bunu yaşaşmımız için, vücut bakımımız ve sağlığımız için doğal tuzlar kullanmamız konusunda da görebiliriz. İnsanlar, günümüzde tuzun şifa etkisini ve faydalarını tekrar düşünmeye başladı. Bunu cilt bakımımız için losyonlarda ve banyo tuzlarında, bedenimizin soluk alıp vermesinde, bir hastalığı tedavi edici ve temizleyici etkisinde görebilmekteyiz.
Tuzun Nötrleştirme Etkisi
Tuzun faydalı özelliklerinden ötürü, tuz pozitif tıp bilminin ilaçlarından biri olarak bilinir. Avrupanın en eski ve en kapsamlı tuz çalışmaları, KrakoW'un sadece 7.5 mil dışında, Wieliczka Royal Tuz Madeninde yapılmıştır. Burada, tuz dağının içerisinde bir hastane yapıldı. Bu hastane özellikle astım hastaları, akciğer rahatsızlığı olanlar ve alerjisi olan hastalar içindi.
10 binlerce hasta bu hastanede başarılı bir şekilde tedavi edildi. Tedavide başarı oranı şaşırtıcı bir şekilde %90'ın da üzerindeydi. Tuz odalarının iyileştirici etkisinin bilinmesi, benzer bir yapının Berchtesgaden Tuz Madeninde, Almanya'da yapılmasına yol açtı. Bu odaların iyileştirici etkisi akla soru işaretleri de getirmekteydi. Neden tuz odaları bu kadar iyi yapıyordu hastaları? Tuz odalarındaki havanın çok sağlıklı olduğundan mıydı? O halde normal soluduğumuz hava sağlıksız mıydı? Bir sebep belirlendi. Evlerimiz elektromanyetik aletlerle çevriliydi, TV, bilgisayar, mikrodalga fırınları, mutfak eşyaları vs. Evde olmadığımız anlarda ise cep telefonlarımız yürürken veya araç kullanırken sürekli kulağımızdaydı. Bu elektromanyetik kirlilik pozitif yüklü iyonlarda bir aşırılığa neden olur ve bu da pozitif ve negatif yüklü iyonların dengesini bozar. Dahası, aşırı pozitif yüklü iyonların oluşması, havada kontrol edilemeyen taneciklerin yayılmasına yol açar.
Cep telefonunda geçirdiğimiz sadece 30 saniye bile kan-beyin engelini açmak için yeterlidir. Kan beyin engeli dediğimiz şey, kanda bulunan çeşitli maddelerin, beyin hücrelerine girmesini önleyen seçici bir filtre mekanizmasıdır. Birçok büyük molekül, bağışıklık hücreleri, zararlı maddeler ve hastalığa neden olan organizmalar (örneğin virüsler) bu engeli geçemez. Normal şartlar altında, kan beyin engeli (blood brain barier) beynimizi toksinlerden 8 saat süresince korumaktadır.
İsveç'de yapılan bir araştırma gösterdi ki, rahim içi spiral kullanan kadınların yüzde doksanı, bu durumdayken cep telefonu kullandıklarında, rahim kanserine yakalandı. Bunun nedeni ise spiralin, doğal olmayan ve uyumsuz titreşimleri alıcı ve verici göreviyle iletmesidir.
Kristal Tuzlar Hayvansal Proteinlerin Vücuttan Atılmasında Etkin Rol Oynar
Bir başka çalışma, bazı ilginç alopatik sonuçlar ortaya koydu. Bu çalışmanın konusu günde bir çay kaşığı sole içimiydi. Dört hafta sonunda, her gün sole içen deneklerin idrarlarındaki protein emisyonunun (123 deneğin 80'inde) önemli ölçüde arttığını gösterdi.
Bu çalışma soledeki enerji kalıplarının, proteinler üzerinde kendiliğinden oluşan, doğal karşıtlık oluşturduğunu gösterir ve böylece parçalanması zor olan hayvansal proteinlerin vücuttan atılmasına yardım eder. ( Bu çalışma Dr. Med. Elisabeth Scherwitz- Josenhans tarafından yapılmıştır.)
Hayvansal Protein:Yayımlanmış veriler, kalsiyumun idrarla atılmasındaki artışı, hayvansal protein alımıyla bağlantılı bulurken, bitkisel protein alımıyla bağlantılı bulmamaktadırlar. Bitkisel yiyecekler, bazılarında bol protein olmakla birlikte, asit oluşturmazlar. Hayvansal protein alımı kanda ağır bir asit yüküne neden olur. Bu durum, asidi nötralize etmek için kemiklerden kalsiyum salgılanmasına yol açan bir dizi reaksiyona yol açar. Hayvansal ürünlerde bulunan sülfür bazlı amino asitler, idrarda asit üretimine ve bunun sonucunda da kalsiyum kaybına önemli katkıda bulunurlar. Hemşirelerin Sağlık Araştırması, günde 95 gr. protein tüketen kadınların ön kollarında kırık olma riskinin, günde 68 gr’dan daha az protein tüketen kadınlara göre yüzde 22 daha fazla olduğunu göstermiştir.
Kalça kırıkları ve yiyecek hakkındaki en kapsamlı araştırma 1992′de yapılmıştır. Yazarlar, kalça kırığı görülme sıklığı ile ilgili olarak yapılmış bütün coğrafik raporları araştırmışlardır. On altı ülkede kadınlar üzerinde yapılmış olan otuz dört araştırma bulmuşlardır. Analizleri sonucunda, hayvansal protein açısından zengin diyetlerin kalça kırıkları ile en yüksek korelasyona sahip olduğunu bulmuşlardır (yüzde 81).
Tuzlu Suyun Diğer Adıyla Sole Çözeltisinin Şifa Etkisi
Sole çözeltisinden bahsederken, tam çözünmüş hale gelen Sole (%26'sı çözünmüş) ve bir miktar su ilavesiyle oluşur. Örnek vermek gerekirse, %1'lik sole çözeltisi 1pay sole & 100 pay sudan oluşur. %5'lik sole çözeltisi ise 5 pay sole, 100 pay sudan oluşur. %8'lik sole çözeltisi 8 pay sole ve 100 pay sudan olşur. Sole ile ilgili daha detaylı bilgi edinmek için sole sayfamızı ziyaret edin. Bu sayfada cevabını bulacağınız sorular şunlardır: Himalaya Sole Nedir? Sole Nasıl Hazırlanır? Solenin Faydaları Nelerdir? Sole Nasıl Kullanılır?
Bu bilgiler, Dr Med Barbara Hendel ve Peter Ferreira tarafından yazılan Su ve Tuz Yaşamın Kaynağı isimli kitaptan alıntıdır. Kitabın orjinali İngilizce'dir. İngilizce'den Türkçe'ye Ozan Kaleli tarafından çevrilmiştir.
(http://www.quantec-africa.co.za/PRODUCTS/Himalayan_Water_Salt_book.htm)